Gündönümünün akşamında, kıl çadırda,
tek başıma oturuyordum. Çadırın içi,
dışarıdan da soğuktu. Her nefesimde havaya dağılan buhar, ince bir sıcaklık
vererek soğuğu daha çok hissettiriyordu. Üzerimdeki büyük, kalın keçeye biraz daha
sarıldım. Bacaklarımı iyice kendime çekerek ısıyı muhafaza etmeye çalıştım.
Beni üşüten sadece kışın ayazı değildi. Başıma gelecek şeyin belirsizliği de
içimin buz tutmasına neden oluyordu.
Neden ben, neden? Son zamanlarda kimsenin dikkatini çekmediğime o kadar
emindim ki…
Emekleyerek çadır direğinin yanına
saplanmış meşaleye doğru gittim. Kısa saplı meşalenin zayıf ışığı, çadırı
aydınlatmaya yetmese de, belki beni ısıtabilirdi. Meşalenin ışığı, yaklaşmamla
birlikte dalgalandı ve oluşan gölgeler ürkütücü bir şekilde hareketlendi. Bir
an için yerime geri dönme isteğiyle kasıldım. Gölgelerden oldum olası nefret
ederdim. Onlar benim için aydınlığa sızan lekelerdi… Ve bazen de ses
çıkarırlardı, hırıltılı fısıltılarla…