Birinci
Bölüm
Gece her şeyi gizleyemez…
Karanlık odada hüküm süren ölüm
sessizliğini bozan tek ses, salondaki büyük akvaryumun rutinleşmiş çalışma
gürültüsüydü. Gündüz duyulması zor olan akvaryumun sesi; gecenin bu derin
sessizliğinde, kulağı rahatsız ederdi. Tabi evde, şu anda duyabilen canlı birine
ait bir çift kulak olsaydı…
Daire, dışarıdan bakıldığında; şık bir
balkon kapısı ve perdelerle örtülü geniş pencerelere sahip gayet normal bir
kattı. Ama gerçekte, içeriden sağlam tuğlalarla sıkı sıkıya örülmüştü ve yatak
odasının tüm duvarları, bir mezar kadar sağlamdı. Sahte balkon kalıntısının
karşısında, geniş ve alçak bir yatağın üstünde insan biçiminde bir yükselti,
hareketsizce yatıyordu. Gece mavisi satenler, ayakucundan başlayarak yavaşça
hareketlendi ve yataktaki varlık, yılan gibi kıvrıldı. Çarşafın içindeki,
örtüyü başının üstüne kadar çekmişti. Saklandığı şeyin, bu odaya girme
ihtimalinin olmadığını bilmesine rağmen bu tuhaf, eski bir alışkanlıktı.
Yatağın içindeki bir an durakladı ve
ardından hızla doğruldu. İnce saten, dağınık saçlarını meydana çıkararak
üstünden kaydı. Yeni uykudan uyanmıştı ama hiç mahmurluk sezilmeyen mekanik
hareketlerle yataktan bacaklarını sarkıtarak ayağa kalktı. Çıplak ayakları yere
basınca, insani ilk hareketini yaptı ve tembelce gerindi. Karmaşık saçlarını düzeltmeye
hiç yeltenmeden banyoya doğru yürüdü ve on dakika sonra çıktığında üzerinde
sadece incecik kısa bir bornoz vardı. Siyah tahta zemine, ıslak saçlarından
sular damlatarak duvara yapışık, büyük boy aynasına doğru yürüdü ve ayna
çerçevesinin kenarındaki küçük çıkıntıya işaret parmağını geçirerek hafifçe
ittirdi.
Ayna, kolayca yana kaydı ve devasa
aynanın ardında bir oda belirdi. Tembel adımlarla, diğer odaya geçti. Elinde
nemli bornozla, ayna kapılı odadan çıktığında üzerinde kolsuz siyah bir tişört
ve aynı renkte rahat bir pantolon vardı. Nemli bornozu, banyoya bırakıp salona
geçti. Salonun dörtte birini kaplayan büyük akvaryumdaki balıkları kontrol
etti. Rengârenk balıkları yemledikten sonra balkona doğru yürüdü. Kalın
perdeleri, duvardaki bağlantısından çekip balkonun hiçbir zaman kilitli olmayan
kapısını açtı. Oturduğu apartmanın beş katlı olması; çevredeki en yakın
yerleşim yerinin otuz kilometre mesafede olması ve bu mevsimde sitede oturan
ondan başka birinin olmaması kapıyı kilitlememesinin bir nedeni değildi. Çünkü
güneş battıktan sonra asıl tehlike dışarıda değil, içerideydi. Bu yüzden onun,
dairesine giren şaşkın bir hırsızdan korkmasına hiç gerek yoktu.
Gecenin taze ve serin havasını kokladı
ve diğer başka kokuları da içine çekti. Gerinerek balkona adım attı. Çıplak
ayakları betona değince unuttuğu şey aklına geldi ve odaya geri döndü. Normal
bir insanın, dışarı çıkarken unutmaması gereken şeyi… Bileklerini saran rahat
botlarını ayaklarına geçirdi ve balkona geri döndü.
Yüzeyi işlemeli gümüş bir tabak gibi
parlayan dolunay, tüm ihtişamıyla karanlık geceyi aydınlatıyordu. Gayri
ihtiyari, etrafında dikilen üç binanın ikisine öylece göz gezdirdi. Balkona
çıktığında sürekli yaptığı bir iş olduğundan ve yılın bu vaktinde artık
gereksiz bulduğundan sonuncu binayı atladı. Bir kedi gibi zarif bir hareketle,
tırabzanın üstüne zıpladı. Tek elinin parmaklarıyla nazikçe demiri kavradı ve
metrelerce aşağıya baktı. Tenini karıncalandıran ince demirin üstünde ne
yükseltiden ne de dar tırabzandan rahatsız olmaksızın ayağa kalktı. Onu dürten
rüzgârı, tüm bedeninde hissederek ileriye baktı ve ardından kendini öylesine
aşağıya bıraktı.
*
*
*
Genç kadının, az önce kontrol etmeye
gerek duymadığı binada; bir fincan sıcak kahve yere dökülürken onu bir saniye
önce tutan elin sahibi, şaşkınlıkla açılmış gözleriyle pencerenin önünde
dikilip kalmıştı. Bir veya iki saniye, camdaki kocaman açılmış gözlerinin
yansımasına baktı. Kaderin bir cilvesi olarak tam zamanında pencerenin
önündeydi. Karşı binada oturan ve ilk defa gördüğü kızın intiharına şahit olan
siluet, nihayet kımıldandı. Yere düşen fincan hala yerde taklalar atarken genç
adam, kızın düştükten sonra başına ne geldiğine bakmak için balkona seyirtti.
Kendi kendine ‘’Atladı, atladı’’ diyerek
kapıyı açmaya çalıştı neden sonra kilitli olduğu aklına gelince anahtar için
portmantoya doğru hızla yöneldi. Yere dökülen kahveye basıp kaydı ama neyse ki
düşmeden kendini toparladı. O sırada gözü sehpanın üzerindeki telefona ilişti.
Elini telefona uzattı. Göğsündeki kalbi, yerinden fırlayıverecekmiş gibi
atıyordu.
‘’Ölmemiştir umarım ama çok yüksekti’’
diye mırıldanarak telefonu kaptı ve portmantoya kadar nereyi araması
gerektiğini düşündü. Aklında bir sürü numara uçuşsa da doğru numaralar bir
türlü belirmedi. Dün hatırlayamadığı vergi numarası bile aklına geldi ama ona,
şu anda gereken rakamlar onun içinde yoktu.
‘’Lanet olsun’’ diye telefonu boş verip
çekmeceyi açtı ve balkon anahtarını aranmaya başladı.
Belki kız aşağıda can çekişiyordu, o ise
burada işe yaramaz balkon anahtarını bulmaya çalışıyordu. Alnına bir tokat
atarak elinde telefon ve anca bulduğu balkon anahtarı olduğu halde kapıya doğru
koştu. Eli titreyerek kapının kilitlerini çevirdi. Ayağına kapıdan çıkmadan son
anda geçirdiği ev terliği ve üzerinde eşofman altıyla merdivenlere koşmaya
başladı. Onun ardından gürültüyle kapanan kapıyı duydu ama düşünmedi. Soluk
soluğa aşağıya vardığında duraksamadan kızın düşmüş olabileceği yere doğru
koştu.
Daha birkaç hafta daha bakımsız kalacak
çimlerin üstüne bakındı. Alnındaki saçları, gözünden çekip kulaklarının
arkasına sıkıştırmaya çalıştı. Asi saçlarına söz geçiremeyince, onları kendi
hallerine bıraktı. Zaten kız da ortalıkta yoktu…
Doğruldu, düşündü, yukarıya baktı. Kendi
apartmanına baktı. Kesinlikle doğru yerdeydi, emindi ama kızın cesedi
neredeydi? Elinde anahtar olduğu halde kafasını kaşıdı. Anahtarın metal
uzantısının, uzun saçlarına takılmasına neden olarak etrafta gezindi. Anahtarı,
saçlarından ayıklarken artık kızın burada olmadığına emin olmuştu. Acaba diğer
katlardan birine mi düşmüştü? Bunu nasıl anlayacaktı? Apartmanının tepesine
çıktığı takdirde tüm balkonları görebileceği aklına gelince geldiği yoldan geri
döndü. Çatı katının anahtarını alması gerekiyordu. Kendi kapısının önüne
geldiğinde içeri giremedi. Elinde, balkon anahtarı ve kullanmayı unuttuğu
telefonla; dışarıdan açılması olanaksız olan güvenli kapısına, can sıkıntısıyla
elini dayadı.
Balkondan düşen kızı kurtarmaya
çalışmanın telaşıyla, dış kapının anahtarı dışında, gereksiz iki şeyi yanına
almıştı. Duvara birkaç dakika dayandı ve soluklandı. Başı dönüyordu. Bayılmanın
zamanı değil, diye kendini sakinleştirerek düşünmeye çalıştı. Çatı katının
kapısı, büyük ihtimalle kilitliydi. Daha önce yukarıya hiç çıkmamıştı.
Çalışmayan asansörün yanından geçerek geniş merdivenleri, ikişer üçer
tırmanmaya başladı. Son kata gelip çatı katına çıkan kapının önünde durdu ve
kapıyı ittirdi. Kapı, onu şaşırtarak kolayca açıldı. Ardından menteşesinden
ayrılan kapı, yavaşça yükselen gıcırtılı bir sesle düştü.
‘’Tabi ya’’ dedi iç geçirerek ‘’Bunu
yöneticiye söylemem gerek’’ durdu ve dudağını büktü. ‘’İki ay sonra…’’ dedi ve
çatıya çıktı.
Gün ısıların arasından geçerek diğer
apartmanı rahatlıkla görebileceği kenara gitti. Tüm balkonlara sırayla baktı.
Ne canlı, ne ölü, ne de sürünen kimseyi göremedi. Biraz daha dikkatli bakmak
için kısa duvardan destek alarak eğildi. Parmakları arasından kayan telefonunun
ardından bakmadan önce, tüm katları teker teker taradı. Ceset yoktu. Gözden
kaçırmasına olanak da yoktu çünkü eğimden dolayı kendi binası sitedeki en
yüksek bina olma özelliğini de taşıyordu.
Düşen telefonunun yerini, ay ışığıyla
tespit etmek için biraz daha aşağıya eğildi. Telefon, nasıl olduysa; o kadar
eskimiş çimeni es geçip daracık betonda parçalanmıştı. Kızın cesedi ortada
yoktu ama zavallı telefonun cesedini görebiliyordu. Kendi kendisine kızarak
aşağıya indi. Telefonundan arta kalanları toplayıp birleştirmeye çalıştı. İflah
olmayacak telefondan ümidini keserek, giremediği evinin özlemiyle yere oturdu.
Üzerinde, eşofman altı ve ayaklarında terliklerinden başka bir şey olmadığı
halde soğuktan titreyerek; on-on beş dakika olduğunu tahmin ettiği bir süre,
öylece oturdu.
Kızın aşağıya atladığını gördüğüne,
emindi. Dairesi dördüncü katta olan bir canlı, o yükseklikten aşağı atlarsa, en
azından birkaç kırık kemik sahibi olması gerekiyordu. Gördüğü şey hayal
olamazdı. Vakit daha erkendi ve beyni yorgun olsa da, daha yorgun olduğu zamanlarda
bile baktığını anlamayacak hale gelmemişti. Pencerenin önünde kahve keyfi
yapacağına gelir gelmez banyo yapmış olmayı diledi. Düşündüğünü yapsaydı, böyle
saçma bir olaya şahit olmazdı. Hayal görmüş olabilir miydi?
Hava titretecek kadar serindi. İyice üşümeye
başlayınca elini cebine attı. Parmaklarına metal bir şey çarpınca dışarı
çıkarttı. Balkonun anahtarı, evine giriş bileti... Oflayarak doğruldu. Issız
siteye kısaca göz attı ve bakışları, kendi dairesinin olduğu kata döndü. Üçüncü
kata su borularını kullanarak çıkabilirdi. Filmlerde kolayca yapmıyorlar mıydı?
Düşündü ve bunu yapabileceğine karar verdi, zaten başka çaresi de yoktu. Sabaha
kadar oturacak değildi. Otursa ne değişecekti? Kapı, ona acıyıp kendiliğinden
açılmazdı. Ayrıca şehre inmek de gözüne tuhaf göründü. Otobüs için, bir kaç
kilometre yürüyecekti. Gelen ilk otobüs şoförünü ikna edip parasız bindiğini
varsayarsa -ki bu çok zordu, bu şehrin şoförleri saçmalık derecesinde zalimdi-
bu halde şehirde dolanmayı hiç gözü kesmedi. Yarı çıplak ve aklı karışmış…
Durakladı, üç kat çıkacağına iki kat aşağıya inemez miydi? Başını yukarı
kaldırıp çatıya baktı, oldu bu iş.
Çatıya tekrar çıktığında, balkonun hemen
yanından geçen su oluğunun yanına gitti. Eşofman cebinin fermuarını, sıkıca
çekti. Anahtarı, açık cepten düşürmek hiç iyi olmazdı. Saçlarını geriye
tarayarak nefeslendi, ellerini salladı ve ince su borusuna uzandı. İlk katı
geçerken bacakları, çoktan titremeye başlamıştı. Bir tık sesiyle irkildi. Boru,
elinde sallandı. Bir başka tık sesiyle yukarıya doğru baktı. Oluğun
kelepçesinden kurtulan plastik boru, yavaşça düzeneğinden ayrılırken ‘’Hayır,
olamaz’’ diye inledi. Anlık bir şey olsa da cesaretini topladı ve hızlıca
düşündü.
Kendi katına ulaşması imkânsızdı, o
yüzden dördüncü katın balkonuna doğru uzandı. Boru, tamamen elinde kalırken
balkon tırabzanını tek eliyle yakaladı. Parçalanan borunun ardından üzülmeyi
bırakıp kendini yukarıya çekti.
Balkona bastığında, soğuk havaya rağmen
terlemişti ve tüm bedeni kontrol edilemez bir şekilde titriyordu. Şimdi de
dairesinin üstündeki katta mahsur kalmıştı. Ayağında ona sadık kalan tek terlik
ve eşofmanıyla, balkonun duvarına yaslandı ve şokun etkisinin geçmesini
bekledi. Kalan tek terliğini de çıkartıp öylesine fırlattı.
Balkonun kenarına gidip aşağıya sarktı.
Boyu uzundu ama balkona yetişecek kadar da değil. Elini, ısınmak için eşofmanın
cebine atıp arkasını tırabzana yaslayacakken kapalı fermuar yüzünden üşümüş
ellerini cebine sokamadı. O anda aklına başka bir fikir daha geldi. Bu sefer
işe yaramalıydı. Cebini açıp anahtarı çıkarttı ve eşofmanını, bacağından
sıyırdı. Şimdi sadece iç çamaşırı kalmıştı ve artık hava, daha soğuktu.
Pantolonun paçasını, tırabzanın
aşağısına sıkıca bağladı. Anahtarı, dişlerinin arasına iliştirerek daha geçen
hafta aldığı yeni eşofmanıyla vedalaştı. Kendini, aşağıya sarkıttı. Balkonunun
tırabzanını çıplak ayağıyla hissettiğinde, eşofmanın ağının yırtıldığını duydu.
Can havliyle kendini balkona attı. Elinde kalan tek bacak, koluna dolandı ve
boylu boyunca yere uzandı. Gülerek ağzındaki anahtarı çıkarttı ve zafer kazanan
kahraman edasıyla haykırdı. Kalbi, gümbür gümbür atarken elinde anahtarla
bayıldı.
*
* *
Hava aydınlanırken soğuktan katılaşmış
bir halde uyandı. Betonun üzerine boylu boyunca uzanmıştı ve tüm kasları
donmuştu. Açılmaları birkaç dakika aldı ve esnemek oldukça ağrılı bir işlemdi.
Nihayet balkonundan içeri girdi ve sıcak bir duş aldı. İşe gitmek için
hazırlanırken kendini çok yorgun hissediyordu.
Akmayan burnunu çekerek eski arabasını,
otobüs durağına kadar sürdü. Gelen ilk otobüse binip ofise gidene kadar, dün
gece yaşadıklarını ve intiharını izlediğini sandığı kızı düşündü. Tüm gün,
ofiste kimseye takılmadan sadece işini yaptı. Birkaç kez de hapşurdu ve burnunu
çekti. Uyumsuz müdürünün hayalindeki eleman olarak, evraklardan başını
kaldırmadı ve aklı başka yerde olduğundan; üstlendiği iş hakkında ona laf
atanları, boş bakışlarıyla ödüllendirdi.
Mesainin bitmesine on dakika kala,
ofisten ilk çıkan oydu. Neyse ki müdür ortalarda yoktu, onun asık suratına
bakarak iyi akşamlar demekten kurtuldu. Adam, bir dakika bile erken çıkanların
yüzüne öyle bir bakış atardı ki, neredeyse gözüyle tükürmeyi başarırdı. İş
hanından, sokağa adımladı ve şehrin sokaklarından evlere doğru akan yorgun
kalabalığa karıştı.
Eve vardığında, hava daha
alacakaranlıktı. Yeni satın aldığı dürbünü, çantasından çıkartıp pencerenin
önüne gitti ve kızın dairesini inceledi. Perdeler kapalıydı ve dairede hiçbir
anormallik yoktu. Dürbünle bahçeyi ve ormanı taradı, kimseleri göremedi. Kızı
aramaya kimse gelmemişti. Canlı veya ölü olduğu, kimsenin umurunda değildi
anlaşılan. Polisi aramayı tekrar düşündü ve yine vazgeçti. Cesedini bile
bulamadığı birinin balkondan düştüğünü söylemek saçma olacaktı. Bir kaç dakika
sonra pes edip üstünü değiştirmeye gitti. Sıcak duşunu alıp kendine bir tost
yaptı. Pencerenin önüne bir sandalye çekip kızın balkonunu izlemeye devam etti.
Bu arada hava iyiden iyiye kararmıştı.
Tuhaf bir içgüdüyle, ışıkları açmadı. Tost tabağını, kucağına koydu ve sehpanın
üstündeki kolasına uzandı. Bir yudum alarak tostundan bir ısırık aldı ve aniden
doğrulup balkona baktı. Tostu, boğazına takıldı. Öksürerek tabağı ve bardağı
sehpanın üzerine koydu. Hemen ayağa kalktı, dürbünü aldı ve balkona çıktı. Lokmasını
yutarken dürbünü gözüne yerleştirdi ve karşı dairenin balkonuna baktı, kapı
açıktı. Ne ara açılmıştı ki? Kola bardağına uzanmadan önce kapalı olduğuna
yemin edebilirdi. Şimdi ise kapı ardına kadar açıktı ve balkon boştu. Tüm
pencereleri taradı, hiç ışık veya hareket yoktu. Dün göremediği cesedi
görebilmek umuduyla yere çevirdi dürbünü. Gerçi buna gerek yoktu, orada hiçbir
şey olmadığını dürbünsüz de gayet iyi görebiliyordu. Lenslerini henüz
çıkartmamıştı ve tepedeki dolunay çok parlaktı.
Geri dairesine döndü. Ölmüş olması
gereken kızı tanıyan biri, balkona çıkarda onu gözetlerken yakalarsa hiç iyi
bir izlenim olmazdı. Tül perdeleri çekti, en rahat koltuğunu balkonun önüne
çekip bacaklarını topladı ve koltuğun üstüne kuruldu. Yeni taşındığı ev, ona sıkıcı
gelirken şimdi etrafta, ilginç bir şeylerin olması kanını kaynatıyordu. Bu
siteyi seçmesindeki amaç kesinlikle lüks daireleri değildi. Bulabildiği kiralık
en ucuz daire olması ve şehirden uzak olmasına rağmen ofise tek ulaşım aracıyla
gidebilmesiydi. Kira olarak sadece dairenin aidatını ödüyordu. Anlaşması yaz
başlayıncaya kadardı. Yani dairenin sahibi, tatilini geçirmek için yurtdışından
gelince daireden ayrılmak zorundaydı. Ve daha düne kadar sitede kalan tek kişi
olduğunu sanıyordu.
Yere düşen bir şeyin sesiyle, yerinden
zıpladı, uyuyakalmıştı. Kucağından kayıp yere düşen dürbünü kaldırıp sehpaya
koydu. Tabak ve bardağın yanına doğru kaydırdı ve gerindi. Saate baktı. Sabahın
dördü olmuştu; güneşin doğmasına bir buçuk saat ve normal bir yatağın keyfini
çıkarması için daha iki buçuk saat vakti vardı. Bakışları, karşıya ilişti.
Kızın balkonundan dışarıya ışık sızıyordu, fazla değildi ama evde birinin
olduğunu göstermeye yeterdi.
Hiç hareket etmeden oturdu, ‘’Hadi,
hadi, her kimsen çık dışarıya’’ diye kendi kendine mırıldandı. Ve çıkmasını
beklemediği tek kişi, onu duymuş gibi balkona adım attı. Koltuğun içine iyice
sindi ve nefes almaksızın dün, cesedini her tarafta aradığı komşusunu, izlemeye
başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder