19 Şubat 2014 Çarşamba

Soğuk Ten

                                        

           
                                       Birinci Bölüm
                                                Gece her şeyi gizleyemez… 
           
Karanlık odada hüküm süren ölüm sessizliğini bozan tek ses, salondaki büyük akvaryumun rutinleşmiş çalışma gürültüsüydü. Gündüz duyulması zor olan akvaryumun sesi; gecenin bu derin sessizliğinde, kulağı rahatsız ederdi. Tabi evde, şu anda duyabilen canlı birine ait bir çift kulak olsaydı…

Daire, dışarıdan bakıldığında; şık bir balkon kapısı ve perdelerle örtülü geniş pencerelere sahip gayet normal bir kattı. Ama gerçekte, içeriden sağlam tuğlalarla sıkı sıkıya örülmüştü ve yatak odasının tüm duvarları, bir mezar kadar sağlamdı. Sahte balkon kalıntısının karşısında, geniş ve alçak bir yatağın üstünde insan biçiminde bir yükselti, hareketsizce yatıyordu. Gece mavisi satenler, ayakucundan başlayarak yavaşça hareketlendi ve yataktaki varlık, yılan gibi kıvrıldı. Çarşafın içindeki, örtüyü başının üstüne kadar çekmişti. Saklandığı şeyin, bu odaya girme ihtimalinin olmadığını bilmesine rağmen bu tuhaf, eski bir alışkanlıktı.
Yatağın içindeki bir an durakladı ve ardından hızla doğruldu. İnce saten, dağınık saçlarını meydana çıkararak üstünden kaydı. Yeni uykudan uyanmıştı ama hiç mahmurluk sezilmeyen mekanik hareketlerle yataktan bacaklarını sarkıtarak ayağa kalktı. Çıplak ayakları yere basınca, insani ilk hareketini yaptı ve tembelce gerindi. Karmaşık saçlarını düzeltmeye hiç yeltenmeden banyoya doğru yürüdü ve on dakika sonra çıktığında üzerinde sadece incecik kısa bir bornoz vardı. Siyah tahta zemine, ıslak saçlarından sular damlatarak duvara yapışık, büyük boy aynasına doğru yürüdü ve ayna çerçevesinin kenarındaki küçük çıkıntıya işaret parmağını geçirerek hafifçe ittirdi.
Ayna, kolayca yana kaydı ve devasa aynanın ardında bir oda belirdi. Tembel adımlarla, diğer odaya geçti. Elinde nemli bornozla, ayna kapılı odadan çıktığında üzerinde kolsuz siyah bir tişört ve aynı renkte rahat bir pantolon vardı. Nemli bornozu, banyoya bırakıp salona geçti. Salonun dörtte birini kaplayan büyük akvaryumdaki balıkları kontrol etti. Rengârenk balıkları yemledikten sonra balkona doğru yürüdü. Kalın perdeleri, duvardaki bağlantısından çekip balkonun hiçbir zaman kilitli olmayan kapısını açtı. Oturduğu apartmanın beş katlı olması; çevredeki en yakın yerleşim yerinin otuz kilometre mesafede olması ve bu mevsimde sitede oturan ondan başka birinin olmaması kapıyı kilitlememesinin bir nedeni değildi. Çünkü güneş battıktan sonra asıl tehlike dışarıda değil, içerideydi. Bu yüzden onun, dairesine giren şaşkın bir hırsızdan korkmasına hiç gerek yoktu.
Gecenin taze ve serin havasını kokladı ve diğer başka kokuları da içine çekti. Gerinerek balkona adım attı. Çıplak ayakları betona değince unuttuğu şey aklına geldi ve odaya geri döndü. Normal bir insanın, dışarı çıkarken unutmaması gereken şeyi… Bileklerini saran rahat botlarını ayaklarına geçirdi ve balkona geri döndü.
Yüzeyi işlemeli gümüş bir tabak gibi parlayan dolunay, tüm ihtişamıyla karanlık geceyi aydınlatıyordu. Gayri ihtiyari, etrafında dikilen üç binanın ikisine öylece göz gezdirdi. Balkona çıktığında sürekli yaptığı bir iş olduğundan ve yılın bu vaktinde artık gereksiz bulduğundan sonuncu binayı atladı. Bir kedi gibi zarif bir hareketle, tırabzanın üstüne zıpladı. Tek elinin parmaklarıyla nazikçe demiri kavradı ve metrelerce aşağıya baktı. Tenini karıncalandıran ince demirin üstünde ne yükseltiden ne de dar tırabzandan rahatsız olmaksızın ayağa kalktı. Onu dürten rüzgârı, tüm bedeninde hissederek ileriye baktı ve ardından kendini öylesine aşağıya bıraktı.
           
                           *                 *                *         
           
Genç kadının, az önce kontrol etmeye gerek duymadığı binada; bir fincan sıcak kahve yere dökülürken onu bir saniye önce tutan elin sahibi, şaşkınlıkla açılmış gözleriyle pencerenin önünde dikilip kalmıştı. Bir veya iki saniye, camdaki kocaman açılmış gözlerinin yansımasına baktı. Kaderin bir cilvesi olarak tam zamanında pencerenin önündeydi. Karşı binada oturan ve ilk defa gördüğü kızın intiharına şahit olan siluet, nihayet kımıldandı. Yere düşen fincan hala yerde taklalar atarken genç adam, kızın düştükten sonra başına ne geldiğine bakmak için balkona seyirtti.
Kendi kendine ‘’Atladı, atladı’’ diyerek kapıyı açmaya çalıştı neden sonra kilitli olduğu aklına gelince anahtar için portmantoya doğru hızla yöneldi. Yere dökülen kahveye basıp kaydı ama neyse ki düşmeden kendini toparladı. O sırada gözü sehpanın üzerindeki telefona ilişti. Elini telefona uzattı. Göğsündeki kalbi, yerinden fırlayıverecekmiş gibi atıyordu.
‘’Ölmemiştir umarım ama çok yüksekti’’ diye mırıldanarak telefonu kaptı ve portmantoya kadar nereyi araması gerektiğini düşündü. Aklında bir sürü numara uçuşsa da doğru numaralar bir türlü belirmedi. Dün hatırlayamadığı vergi numarası bile aklına geldi ama ona, şu anda gereken rakamlar onun içinde yoktu.
‘’Lanet olsun’’ diye telefonu boş verip çekmeceyi açtı ve balkon anahtarını aranmaya başladı.
Belki kız aşağıda can çekişiyordu, o ise burada işe yaramaz balkon anahtarını bulmaya çalışıyordu. Alnına bir tokat atarak elinde telefon ve anca bulduğu balkon anahtarı olduğu halde kapıya doğru koştu. Eli titreyerek kapının kilitlerini çevirdi. Ayağına kapıdan çıkmadan son anda geçirdiği ev terliği ve üzerinde eşofman altıyla merdivenlere koşmaya başladı. Onun ardından gürültüyle kapanan kapıyı duydu ama düşünmedi. Soluk soluğa aşağıya vardığında duraksamadan kızın düşmüş olabileceği yere doğru koştu.
Daha birkaç hafta daha bakımsız kalacak çimlerin üstüne bakındı. Alnındaki saçları, gözünden çekip kulaklarının arkasına sıkıştırmaya çalıştı. Asi saçlarına söz geçiremeyince, onları kendi hallerine bıraktı. Zaten kız da ortalıkta yoktu…
Doğruldu, düşündü, yukarıya baktı. Kendi apartmanına baktı. Kesinlikle doğru yerdeydi, emindi ama kızın cesedi neredeydi? Elinde anahtar olduğu halde kafasını kaşıdı. Anahtarın metal uzantısının, uzun saçlarına takılmasına neden olarak etrafta gezindi. Anahtarı, saçlarından ayıklarken artık kızın burada olmadığına emin olmuştu. Acaba diğer katlardan birine mi düşmüştü? Bunu nasıl anlayacaktı? Apartmanının tepesine çıktığı takdirde tüm balkonları görebileceği aklına gelince geldiği yoldan geri döndü. Çatı katının anahtarını alması gerekiyordu. Kendi kapısının önüne geldiğinde içeri giremedi. Elinde, balkon anahtarı ve kullanmayı unuttuğu telefonla; dışarıdan açılması olanaksız olan güvenli kapısına, can sıkıntısıyla elini dayadı.
Balkondan düşen kızı kurtarmaya çalışmanın telaşıyla, dış kapının anahtarı dışında, gereksiz iki şeyi yanına almıştı. Duvara birkaç dakika dayandı ve soluklandı. Başı dönüyordu. Bayılmanın zamanı değil, diye kendini sakinleştirerek düşünmeye çalıştı. Çatı katının kapısı, büyük ihtimalle kilitliydi. Daha önce yukarıya hiç çıkmamıştı. Çalışmayan asansörün yanından geçerek geniş merdivenleri, ikişer üçer tırmanmaya başladı. Son kata gelip çatı katına çıkan kapının önünde durdu ve kapıyı ittirdi. Kapı, onu şaşırtarak kolayca açıldı. Ardından menteşesinden ayrılan kapı, yavaşça yükselen gıcırtılı bir sesle düştü.
‘’Tabi ya’’ dedi iç geçirerek ‘’Bunu yöneticiye söylemem gerek’’ durdu ve dudağını büktü. ‘’İki ay sonra…’’ dedi ve çatıya çıktı.
Gün ısıların arasından geçerek diğer apartmanı rahatlıkla görebileceği kenara gitti. Tüm balkonlara sırayla baktı. Ne canlı, ne ölü, ne de sürünen kimseyi göremedi. Biraz daha dikkatli bakmak için kısa duvardan destek alarak eğildi. Parmakları arasından kayan telefonunun ardından bakmadan önce, tüm katları teker teker taradı. Ceset yoktu. Gözden kaçırmasına olanak da yoktu çünkü eğimden dolayı kendi binası sitedeki en yüksek bina olma özelliğini de taşıyordu.
Düşen telefonunun yerini, ay ışığıyla tespit etmek için biraz daha aşağıya eğildi. Telefon, nasıl olduysa; o kadar eskimiş çimeni es geçip daracık betonda parçalanmıştı. Kızın cesedi ortada yoktu ama zavallı telefonun cesedini görebiliyordu. Kendi kendisine kızarak aşağıya indi. Telefonundan arta kalanları toplayıp birleştirmeye çalıştı. İflah olmayacak telefondan ümidini keserek, giremediği evinin özlemiyle yere oturdu. Üzerinde, eşofman altı ve ayaklarında terliklerinden başka bir şey olmadığı halde soğuktan titreyerek; on-on beş dakika olduğunu tahmin ettiği bir süre, öylece oturdu.
Kızın aşağıya atladığını gördüğüne, emindi. Dairesi dördüncü katta olan bir canlı, o yükseklikten aşağı atlarsa, en azından birkaç kırık kemik sahibi olması gerekiyordu. Gördüğü şey hayal olamazdı. Vakit daha erkendi ve beyni yorgun olsa da, daha yorgun olduğu zamanlarda bile baktığını anlamayacak hale gelmemişti. Pencerenin önünde kahve keyfi yapacağına gelir gelmez banyo yapmış olmayı diledi. Düşündüğünü yapsaydı, böyle saçma bir olaya şahit olmazdı. Hayal görmüş olabilir miydi?
Hava titretecek kadar serindi. İyice üşümeye başlayınca elini cebine attı. Parmaklarına metal bir şey çarpınca dışarı çıkarttı. Balkonun anahtarı, evine giriş bileti... Oflayarak doğruldu. Issız siteye kısaca göz attı ve bakışları, kendi dairesinin olduğu kata döndü. Üçüncü kata su borularını kullanarak çıkabilirdi. Filmlerde kolayca yapmıyorlar mıydı? Düşündü ve bunu yapabileceğine karar verdi, zaten başka çaresi de yoktu. Sabaha kadar oturacak değildi. Otursa ne değişecekti? Kapı, ona acıyıp kendiliğinden açılmazdı. Ayrıca şehre inmek de gözüne tuhaf göründü. Otobüs için, bir kaç kilometre yürüyecekti. Gelen ilk otobüs şoförünü ikna edip parasız bindiğini varsayarsa -ki bu çok zordu, bu şehrin şoförleri saçmalık derecesinde zalimdi- bu halde şehirde dolanmayı hiç gözü kesmedi. Yarı çıplak ve aklı karışmış… Durakladı, üç kat çıkacağına iki kat aşağıya inemez miydi? Başını yukarı kaldırıp çatıya baktı, oldu bu iş.
Çatıya tekrar çıktığında, balkonun hemen yanından geçen su oluğunun yanına gitti. Eşofman cebinin fermuarını, sıkıca çekti. Anahtarı, açık cepten düşürmek hiç iyi olmazdı. Saçlarını geriye tarayarak nefeslendi, ellerini salladı ve ince su borusuna uzandı. İlk katı geçerken bacakları, çoktan titremeye başlamıştı. Bir tık sesiyle irkildi. Boru, elinde sallandı. Bir başka tık sesiyle yukarıya doğru baktı. Oluğun kelepçesinden kurtulan plastik boru, yavaşça düzeneğinden ayrılırken ‘’Hayır, olamaz’’ diye inledi. Anlık bir şey olsa da cesaretini topladı ve hızlıca düşündü.
Kendi katına ulaşması imkânsızdı, o yüzden dördüncü katın balkonuna doğru uzandı. Boru, tamamen elinde kalırken balkon tırabzanını tek eliyle yakaladı. Parçalanan borunun ardından üzülmeyi bırakıp kendini yukarıya çekti.
Balkona bastığında, soğuk havaya rağmen terlemişti ve tüm bedeni kontrol edilemez bir şekilde titriyordu. Şimdi de dairesinin üstündeki katta mahsur kalmıştı. Ayağında ona sadık kalan tek terlik ve eşofmanıyla, balkonun duvarına yaslandı ve şokun etkisinin geçmesini bekledi. Kalan tek terliğini de çıkartıp öylesine fırlattı.
Balkonun kenarına gidip aşağıya sarktı. Boyu uzundu ama balkona yetişecek kadar da değil. Elini, ısınmak için eşofmanın cebine atıp arkasını tırabzana yaslayacakken kapalı fermuar yüzünden üşümüş ellerini cebine sokamadı. O anda aklına başka bir fikir daha geldi. Bu sefer işe yaramalıydı. Cebini açıp anahtarı çıkarttı ve eşofmanını, bacağından sıyırdı. Şimdi sadece iç çamaşırı kalmıştı ve artık hava, daha soğuktu.
Pantolonun paçasını, tırabzanın aşağısına sıkıca bağladı. Anahtarı, dişlerinin arasına iliştirerek daha geçen hafta aldığı yeni eşofmanıyla vedalaştı. Kendini, aşağıya sarkıttı. Balkonunun tırabzanını çıplak ayağıyla hissettiğinde, eşofmanın ağının yırtıldığını duydu. Can havliyle kendini balkona attı. Elinde kalan tek bacak, koluna dolandı ve boylu boyunca yere uzandı. Gülerek ağzındaki anahtarı çıkarttı ve zafer kazanan kahraman edasıyla haykırdı. Kalbi, gümbür gümbür atarken elinde anahtarla bayıldı.
                              *          *          *
Hava aydınlanırken soğuktan katılaşmış bir halde uyandı. Betonun üzerine boylu boyunca uzanmıştı ve tüm kasları donmuştu. Açılmaları birkaç dakika aldı ve esnemek oldukça ağrılı bir işlemdi. Nihayet balkonundan içeri girdi ve sıcak bir duş aldı. İşe gitmek için hazırlanırken kendini çok yorgun hissediyordu.
Akmayan burnunu çekerek eski arabasını, otobüs durağına kadar sürdü. Gelen ilk otobüse binip ofise gidene kadar, dün gece yaşadıklarını ve intiharını izlediğini sandığı kızı düşündü. Tüm gün, ofiste kimseye takılmadan sadece işini yaptı. Birkaç kez de hapşurdu ve burnunu çekti. Uyumsuz müdürünün hayalindeki eleman olarak, evraklardan başını kaldırmadı ve aklı başka yerde olduğundan; üstlendiği iş hakkında ona laf atanları, boş bakışlarıyla ödüllendirdi.
Mesainin bitmesine on dakika kala, ofisten ilk çıkan oydu. Neyse ki müdür ortalarda yoktu, onun asık suratına bakarak iyi akşamlar demekten kurtuldu. Adam, bir dakika bile erken çıkanların yüzüne öyle bir bakış atardı ki, neredeyse gözüyle tükürmeyi başarırdı. İş hanından, sokağa adımladı ve şehrin sokaklarından evlere doğru akan yorgun kalabalığa karıştı.
Eve vardığında, hava daha alacakaranlıktı. Yeni satın aldığı dürbünü, çantasından çıkartıp pencerenin önüne gitti ve kızın dairesini inceledi. Perdeler kapalıydı ve dairede hiçbir anormallik yoktu. Dürbünle bahçeyi ve ormanı taradı, kimseleri göremedi. Kızı aramaya kimse gelmemişti. Canlı veya ölü olduğu, kimsenin umurunda değildi anlaşılan. Polisi aramayı tekrar düşündü ve yine vazgeçti. Cesedini bile bulamadığı birinin balkondan düştüğünü söylemek saçma olacaktı. Bir kaç dakika sonra pes edip üstünü değiştirmeye gitti. Sıcak duşunu alıp kendine bir tost yaptı. Pencerenin önüne bir sandalye çekip kızın balkonunu izlemeye devam etti.
Bu arada hava iyiden iyiye kararmıştı. Tuhaf bir içgüdüyle, ışıkları açmadı. Tost tabağını, kucağına koydu ve sehpanın üstündeki kolasına uzandı. Bir yudum alarak tostundan bir ısırık aldı ve aniden doğrulup balkona baktı. Tostu, boğazına takıldı. Öksürerek tabağı ve bardağı sehpanın üzerine koydu. Hemen ayağa kalktı, dürbünü aldı ve balkona çıktı. Lokmasını yutarken dürbünü gözüne yerleştirdi ve karşı dairenin balkonuna baktı, kapı açıktı. Ne ara açılmıştı ki? Kola bardağına uzanmadan önce kapalı olduğuna yemin edebilirdi. Şimdi ise kapı ardına kadar açıktı ve balkon boştu. Tüm pencereleri taradı, hiç ışık veya hareket yoktu. Dün göremediği cesedi görebilmek umuduyla yere çevirdi dürbünü. Gerçi buna gerek yoktu, orada hiçbir şey olmadığını dürbünsüz de gayet iyi görebiliyordu. Lenslerini henüz çıkartmamıştı ve tepedeki dolunay çok parlaktı.
Geri dairesine döndü. Ölmüş olması gereken kızı tanıyan biri, balkona çıkarda onu gözetlerken yakalarsa hiç iyi bir izlenim olmazdı. Tül perdeleri çekti, en rahat koltuğunu balkonun önüne çekip bacaklarını topladı ve koltuğun üstüne kuruldu. Yeni taşındığı ev, ona sıkıcı gelirken şimdi etrafta, ilginç bir şeylerin olması kanını kaynatıyordu. Bu siteyi seçmesindeki amaç kesinlikle lüks daireleri değildi. Bulabildiği kiralık en ucuz daire olması ve şehirden uzak olmasına rağmen ofise tek ulaşım aracıyla gidebilmesiydi. Kira olarak sadece dairenin aidatını ödüyordu. Anlaşması yaz başlayıncaya kadardı. Yani dairenin sahibi, tatilini geçirmek için yurtdışından gelince daireden ayrılmak zorundaydı. Ve daha düne kadar sitede kalan tek kişi olduğunu sanıyordu.
Yere düşen bir şeyin sesiyle, yerinden zıpladı, uyuyakalmıştı. Kucağından kayıp yere düşen dürbünü kaldırıp sehpaya koydu. Tabak ve bardağın yanına doğru kaydırdı ve gerindi. Saate baktı. Sabahın dördü olmuştu; güneşin doğmasına bir buçuk saat ve normal bir yatağın keyfini çıkarması için daha iki buçuk saat vakti vardı. Bakışları, karşıya ilişti. Kızın balkonundan dışarıya ışık sızıyordu, fazla değildi ama evde birinin olduğunu göstermeye yeterdi.

Hiç hareket etmeden oturdu, ‘’Hadi, hadi, her kimsen çık dışarıya’’ diye kendi kendine mırıldandı. Ve çıkmasını beklemediği tek kişi, onu duymuş gibi balkona adım attı. Koltuğun içine iyice sindi ve nefes almaksızın dün, cesedini her tarafta aradığı komşusunu, izlemeye başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder